İran ve Osmanlı devleti, XVI. ve XVII. yüzyıllarda Kafkaslarda uzun süre mücadele eder. Bu durum, kuzeyde her geçen gün güçlenen, daha sonra bölgede uzun süre varlığından söz ettirecek olan Rusya’nın işine yarar. Sözünü ettiğimiz yüzyıllarda gerçekleşen Osmanlı-İran savaşlarından en kârlı çıkan taraf, hiç şüphesiz, Çarlık Rusyası olur.
Bu savaşların devam ettiği dönemde Ruslar, Volga civarına yerleşirler. Daha sonra Astrahan’ı alarak Azerbaycan’a komşu olurlar. Sözünü ettiğimiz dönemde İran’ın içişlerindeki kargaşadan istifade eden Rusya, Azerbaycan’ı ve Kafkasların büyük bir bölümünü ele geçirir.
Rusların, Kafkaslara inmeye başlamasıyla birlikte, bu coğrafyada sınırların yeniden çizilmesi yanında, bölgede yaşayan insanların hayatlarında da büyük değişimler yaşanır. Kafkaslarda kendi hayat anlayışına yakın insanları iş başına getiren Ruslar, işgal ettiği ülkelerde sistemlerini yerleştirmek için halka baskı yapmaya başlarlar. Bu süreçle birlikte halkla yönetim arasında gerginlikler yaşanması da kaçınılmaz olur. Rusların icraatlarını eleştiren birçok aydın, iş başında bulunan Rus idaresi tarafından, ya ortadan kaldırılır ya da sürgünlere gönderilir. Çarlık Rusyasının Kafkaslarda hüküm sürdüğü devirde, Dağıstan’da yaşayan Kumuk Türklerinden Yırçı Kazak, bu aydınlardan biridir. 1830-1879 yılları arasında yaşayan şairin, gençlik yılları sıkıntılar içinde geçer. Gençken vatanın güzelliklerini, kahramanların fedakârlıklarını anlatan şiirler söylemeye başlayan Kazak; zamanla köylülerin hayatını ele alan, onların yerli prenslerden ve Rus idarecilerinden çektikleri sıkıntıları dile getiren şiirler yazmaya başlar. Eserlerinde, idarecilerin baskıcı yönetimi altında insanların ezildiklerini, çok zor şartlar altında yaşadıklarını, yönetimin halka zulmettiğini dile getirir. Gün geçtikçe, şairin hicivleri, idarecileri tedirgin etmeye başlar.
Bu gelişmelerden sonra Kumuk Prens Ebu Müslim Han Şamhal, Kazak’ı sarayına davet eder. Onun gönlünü alıp kendisine bağlamak ister, Kazak’a iltifatlarda bulunur. Kazak’ı, Şamhal’ın övmeleri yolundan çeviremez. O, Şamhal’ın icraatlarını eleştiren şiirler söylemeye devam eder.
Bunun üzerine şairle Şamhalların arası iyice açılır. Ebu Müslim Han Şamhal, Yırçı Kazak’ı cezalandırmak için fırsat kollar. Kazak’ın, Şamhal’ın cariyesini kaçırmada yakın arkadaşı Atabey’e yardım etmesi, bardağı taşıran son damla olur. Bu gelişmeden sonra Yırçı Kazak yakalanır, Sibirya’ya sürgüne gönderilmek üzere, Rus makamlarına teslim edilir. Kazak, bu aşamadan sonra bin bir türlü işkencelerin tertip edildiği Sibirya’da, yaşam mücadelesi vermek zorunda kalır. Sürgünde bulunduğu sırada, 1857-1860 yılları arasında, başından geçenleri dostlarına yazar. Bu soğuk illerden gönderdiği mektuplarda dostlarına içini döker.
Arap alfabesiyle yazılan mektuplar önce Yırçı Kazak’ın babası Tatarhan’ın eline geçer. Okuma yazma bilmeyen Tatarhan, mektupları okutmak için medresede müderris olan Akay Kadı’ya getirir. Akay Kadı, bu mektupları, belli aralıklarla, kendisine gelen Tatarhan’a okur.
Mektupların önemini bilen Akay Kadı, bu eserlerin kaybolmaması için üç nüsha yapar, bir nüshayı Tatarhan’a, diğerini köyün ileri gelenlerinden birine verir. Kalan nüshayı da kendi saklar. Kendisinde sakladığı nüsha çocuklarına intikal eder, diğer nüshalar kaybolur. Bugün elimizde bulunan nüsha, Akay Kadı’nın, saklayıp koruduğu nüshadır. Çocukları kanalıyla bu mektuplar günümüze kadar gelir.
Biz bu çalışmamızda, Yırçı Kazak’ın Sibirya’dan yakın dostları için göndermiş olduğu mektupları ele aldık.
Kazak’ın çileli sürgünü, Dağıstan’da yaşanılan güzel bir sonbahar gününde başlar. Şair, o hüzünlü günü mektuplarında şu dizelerle anlatır:
"Gittiğimizde güzün parıltılı, güzel günlerindendi.
Bir cariye ile birlikte gönderilmiştik.
Altıncı Artuluh Dağ’dan geçip,
Yedinci Çaçan Dağ’a ulaşınca,
Vardığımız yer Aktaşavuh’tu.
Az olan mısır ekmeğimiz de bitince,
Allah’ın emri de ulaştıktan sonra,
Döndüğümüzde kar kalkmamış yaz idi."
Kazak, kendisine verilen sürgün fermanıyla birlikte, adeta, her tarafı bulutlar gibi duman bastığını, bu kararla birlikte çekmiş oldukları çilelerin ardı arkasının kesilmediğini vurgularken, bu sıkıntılı durumu "Kaygılar koptu birden Kazak’a» dizesiyle dile getirir.
Şairi, Ruslara bağlayıp teslim eden idareci de, Kazak gibi, Kumuk Türklerindendir. Kazak, Kumuk prensin kendisine bunu yapmasını kabullenemez. O, kuzu gibi tutulup düşmana teslim etmenin çözüm olmadığını vurgularken, kendisine Sibirya’da reva görülen işkencelerin şiddetini de mektuplarında dile getirir:
"Kuzu gibi tutup vermek yol muydu?
Gazaba gelen it gâvurun eline.
Kazan gibi içimizi kaynatıp,
Katıksız kara peksimet çiğnetip,
At gibi arabaya koşup,
Dünyanın türlü azabını çektirip
En sonunda bağlayıp gönderdin,
En azılı gâvurun Sibirya denen yoluna."
Kazak, sürgüne gönderilirken yol boyunca hissiyatını şiirlerinde dile getirir. Başından geçenleri mektuplarında yakınlarına yazar. Bu işkenceler, mektuplardan da anlaşılacağı gibi, insan takatinin üzerindedir. Kendisine yapılanlar, ona öyle dokunur ki, başına gelenleri düşündüğünde gözlerinden kanlı yaşlar gelmesini engelleyemez. Bununla birlikte o, bu soğuk illerden kurtulup vatanına dönme ümidiyle yaşar. Kazak, bir gün bu özleminin gerçekleşeceğini düşünür. Bir taraftan dostlarından vatanına dönmesi için dua etmelerini isterken, diğer taraftan da Yaratıcının kendisine acıyıp merhamet etmesini diler.
Çekmiş olduğu sıkıntıları dostlarına bir bir anlatırken, yakınlarının kendisini hoş görmelerini ister. Durumunun şikâyet edecek kadar ciddi olduğunu vurgular. ‘’Halinden şikayet ediyor diye ayıplanmaz.» mısrasıyla içinde bulunduğu sıkıntıların çekilmez olduğuna dikkat çeker:
O, sürgündeyken anne ve babası hayattadır. Yaşlı anne ve babasını geride bırakıp onlara hayatlarının son demlerinde sıkıntı çektirmek istemeyen şair, şu dizelerde onlara olan hissiyatını dile getirir:
Anne babanı altmışında geride bırakıp,
Yetmişinde kaygı ile kocaltıp,
Koca dünyada göreceği günü yarım edip,
"Bizim gibi giden nerede, kaç kişi var?
Kaprisli diye ad koydu Rus,
Ağaçların çürük kurusu,
Taşıyamaz ağır gelir yükümüz."
Sibirya’da çilesini dolduran Kazak, dostlarını da unutmamıştır. ‘’Selam Kağız» adlı şiirinde dostlarını teker teker anar, sonunda da içinde bulunduğu zor durumdan kurtulabilmesi için kendisine dua etmelerini ister:
"Bizden selam olsun Hacı Mamak’a,
Can İnsaphanum’a, Kuytul Kamav’a,
Müezzin bunun hepsini oku Cuma’da.
Can ağalar siz dua edin.
Selam olsun Buday’a, Boragan’a,
Okuyana şu Türk’e bakana,
Can ağalar siz dua edin.
Bizden selam olsun küllü ümmete
Haşim’e, Murat’a, Hasa Bammat’a,"
Kazak’ın mektupları, bir dönemde sürgün cezasına çarptırılan insanların hangi şartlar altında ölüm kalım mücadelesi verdiklerini gözler önüne sermektedir. Bu insanların bir kısmı, yollarda sorgusuz sualsiz bir şekilde, başındaki askerler tarafından öldürülürken, diğerleri de sonu belli olmayan bir yolculuğun vermiş olduğu elemle hayatlarını devam ettirirler. Bu yolculuğun bilinmeyen bir anında, mahkumlar, her an için ölümle karşılaşabilirler. Nitekim Kazak’ın, bir mektubundan da anlaşılacağı gibi, birçok yiğit daha gönderildikleri menzile varmadan Miniski yakınlarında esrarlı bir şekilde ortadan kaldırılır:
"Karanlıklar kopmuş, ışık yok.
Kazakların eğlenip yatacağı bağ da yok.
Bahadırlarla birlikte Kazak,
Bağlanıp düşmüşüz tuzağa.
Tazılayın kolay tutulacak av da yok.
Miniski’den biraz ileri geçince,
Moskova’ya bin kilometre kaldığında,
Mikevlev’de askerin cezası şiddetlendiğinde,
Kazakların ortada ölüsü de yok, dirisi de…"
Yırçı Kazak’ın, elimizde hiçbir mektubu olmasa, Sibirya’ya götürülürken iki büklüm olarak bağlanmış halini tasvir eden, didarlar tizge tiz gözge, ‘’yüzler dize, diz göze» dizesi olsa, onun hangi şartlarda Dağıstan’dan Sibirya’ya götürüldüğünü, kendisine reva görülen işkencelerin şiddetini anlamak mümkün olurdu.
Kazak, yurduna döneceği günlerin ümidiyle yaşar. Sibirya’da, yurdundan yuvasından ayrı düştüğü dönemde kurduğu hayaller, ona can verir. Onun, ümitle korku arasında gidip gelen hayalleri, bazı mısralarında ışığı sönmekte olan zayıf bir mumu andırır. Bu mum bazen sönecek gibi olur, bazen kuvvetlenir, parlar; ama hiçbir zaman ışığını kaybetmez. O bazı dizelerinde coşar, düşmanlarının kanını içerken, bazı mısralarında yurduna dönmesinin, ancak ölümüyle mümkün olacağını belirtir.
Üç yıl sürgünde çilesini dolduran Kazak, Kumuk Prens Ebu Müslim Han Şamhal’ın ölümüyle Sibirya’dan yurduna döner. Buna rağmen idare tarafından sürekli takip edilir. Devamlı göz altında tutulur, birkaç kez zindana atılır; fakat o susmaz, yapılan haksızlıkları dile getirmeye devam eder.
Batayurt köyünde zor durumda kalan şair, sık sık Aksay’a gider, orada dostlarıyla görüşür. Halk, kendi düşüncelerini terennüm eden, hislerinin tercümanı olan Kazak’ı çok sevmektedir. Bu sevgi, şairi öldürmek için fırsat kollayan Kumuk idarecileri korkutmaktadır. Bundan dolayı onu alenen öldürmekten çekinirler.
Sibirya’dan döndükten sonra iradesini kaybetmeyip, kalemini halkı için kullanan şair, kırk dokuz yaşına geldiğinde esrarlı bir şekilde öldürülür.
Şairin ölümüyle ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bunlar;
Yırçı Kazak, köyünde tek başına yaşamaya devam eder, bir gün sabah erkenden işe giden köylüler, köprünün altında onu ölü olarak bulurlar. Hiç kimse Kazak’ı kimin öldürdüğünü bilemez, katil de yakalanamaz.
Diğer bir görüşe göre şair, Kumuk Prensler tarafından tutulan kiralık kâtil tarafından öldürülmüştür.
Üçüncü bir rivayet’e göre Kazak, 1879 yılında yine Ruslar tarafından tutuklanır ve gizlice sürgüne gönderilir. Kazak sürgündeyken acı çekerek ölür.
Bu görüşlerden hangisinin doğru olduğu kesin olarak bilinmese de, sonuçta idare ile bir türlü yıldızları barışmayan Kazak’ın, bir şekilde, sözü edilen yönetim tarafından ortadan kaldırıldığı açıktır.